Merhaba ben Matisse;
Üç köpeğin saldırısına uğradım ve omurgam hasarlandı. Felç kalabilirim diye uyutulacaktım ama ben direndim. Tedavime başlandı. Omurgamdaki hasar çok kötü değil; dolayısıyla yürüme şansım var. Anlayacağınız uzun ve masraflı bir süreç beni bekliyor. Bana yardımcı olur musunuz? Sizden destek bekliyorum.
İstanbul’da ikâmet ederken, kolektif hayatı araştırmaya başladığım bir süreçte İmece Evi’ne rastladım. Acemi ama içeriği güçlü web sitesi, İmece’nin samimiyetini yansıtıyordu. Kaz Dağları’nda kurdukları kolektif evin derma çatmalığı, tulumlarda dip dibe uyuyanlar ve etraftaki el değmemiş doğa, dayanışmacı bir amaç ile yola çıkan bu insanların yalın bir tanımıydı adeta ya da ben fotoğraflardan bunu okumuştum. Nasıl bir parçası olabileceğimize dair detaylı açıklamanın bulunduğu sekmeden iletişim adreslerine ulaşıp hemen mail attım. Yanlış hatırlamıyorsam aynı gün içinde dönmüşlerdi. O tarihte aralarına katılma şansım olmamıştı.
Aradan bir kaç yıl geçti ve İzmir’e taşındım. Burada edindiğim dayanışmacı çevreden bir arkadaş, bir gün kırsalda bulunan kolektif bir çiftlik evine gideceğini, katılmayı isteyip istemediğimi sordu. Hemen kabul ettim tabi. Yola çıktıktan sonra laf lafı açarken İmece Evi’nin Menemen’e taşındığını ve ona doğru yolda olduğumuzu öğrendim. Hayatın büyüleyici süprizlerinden biri işte…
Röportaj: Özlem G.
Berzan ve Tamer tarafından 2016 yılında kurulan ve kendi halinde bir oluşum olan BE/TA, 10 şarkıdan oluşan “Karanlığı Sev” albümünün ilk video klibini yayınlamaya başladı. Sözleri Özlem G. ve BE/TA tarafından yazılan “Bir Kadının Günlüğü” isimli parçanın klibinde Franck Blaess’e ait olan “The Girl In The Rubber Mask” isimli kısa filmden parçalar kullanıldı.
Kentler insanların bir arada, güven içinde yaşadıkları yerler olmaktan çıkıp hızlı hızlı yemek yedikleri, koştura koştura alışveriş yaptıkları, itiş kakış vapura, metroya, minibüse binmek zorunda kaldıkları, gaspa-tacize uğradıkları, egzoz kokusuna, korna sesine katlandıkları ve koca binalar arasından zar zor denizi, güneşi, göğü gördükleri yerlere dönüştü. Bunca karmaşaya bir de bombalı saldırılar eklenince “gitmek” en popüler hayaller sıralamasında tahta oturdu. Sadece emekliler, emekliliği bekleyenler değil 20’li yaşları bir tık geçenler bile başka coğrafyalara gitmenin, bir balıkçı kasabasına yerleşmenin, müstakil bir ev almanın, bahçesinde domates-biber yetiştirmenin, Ege’nin bakir bir köyünde ucuz bir arsa bulmanın, karavanla, bisikletle yollara koyulmanın hayalini kurar oldular. Ancak “Gitmek lazım buralardan” cümlesi ağızlarımıza pelesenk olsa da, pek çoğumuz “kuş olup uçmak isterken ağaç olup kök salıyoruz.”
Kariyer, çoluk çocuk, aile, eğitim gibi bahanelerle gitme arzusunu bastırmayanlardan birisi Oğuz Tan. İstanbul’da sistem mühendisi olarak çalışırken hayatını değiştirmeye karar verip dünyayı keşfe çıkan fotoğrafçı ve bisiklet gezgini Tan, iki yılda 16.000 km yol kat etti; İran, Dubai, Pakistan, Hindistan, Nepal, Myanmar ve Tayland’ı kapsayan koca bir coğrafyayı gezdi. Yüksek rakımlı gölleri, çölleri, vadileri aştı. Bisikletiyle 4.000-5.000 metrelik dağ geçişleri yaptı. Üstelik de kısıtlı bir bütçeyle… Gezisini birbirinden renkli fotoğraflarla ölümsüzleştiren ve bu serüvenden arda kalan fotoğraflarını “Oğuz Gidiyor” adıyla Zapata Moda’da sergileyen Tan ile kalanlara umut veren macerasını konuştuk.
Röportaj: Mehtap Doğan
Bundan üç yıl önce sistem mühendisliğini bırakıp bisikletle yola koyulan fotoğraf sanatçısı Oğuz Tan 2 yıl boyunca İran’dan Hindistan’a, Himalaya dağlarından Tayland’a 16.000 km’lik yol kat etti. Bu süreçte çadırda, yolda tanıştığı insanların evlerinde ve köylerde konaklayan Tan, izlenimlerini hem yazdı hem de görselleştirdi. Bisikletiyle 4000 ve 5000 m yükseklikteki dağ geçişleri yaparken, dünyanın en yüksek ultra maratonunu da yine bu yolculukta koştu.
Bugün hem Batı hem de Doğu kültürlerinde hafızayı, bilgeliği, uzun yaşamı simgeleyen, dokunarak, görerek, duyarak iletişim kuran, insanlara başarı getirdiğine inanılan, sosyal yapıları güçlü, anaerkil, zor durumda olan bütün türlere yardım edebilecek kadar dayanışmacı, ölenlerin kemiklerine bile saygı gösterecek kadar vefalı olan fillerin günü.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), hükümetin olağanüstü hal (OHAL) ilanının ardından yayınladığı 667 No’lu Kanun Hükmünde Kararname’ye (KHK) dayanarak İBB Şehir Tiyatroları’nda görev yapan oyuncu ve yönetmenleri görevden uzaklaştırdı. Görevinden uzaklaştırılanlar arasında bulunan oyuncu Sevinç Erbulak sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, gerçeklerin en sonunda ortaya çıkacağını söyledi. Erbulak ve diğer sanatçılar hakkında iktidara yakın medyada ‘FETÖCÜ sanatçılar’ tanımlaması yapılmıştı.
“Hulyalariyle yaşardı, Bir Behçet Necati vardı. Gece yarılarında, sokakta Kâğıda bir şeyler yazardı. Şairliğinden yadigâr Bu yeldeğirmenleri kaldı.”
İnsanların gündelik hayatını, acısını, yokluğunu, yoksulluğunu kendine has bir incelik ve aynı zamanda kırılganlıkla anlatan Cumhuriyet döneminin en önemli şairlerinden Behçet Necatigil doğumunun 100’üncü yılında, Kadıköy Belediyesi tarafından düzenlenen bir etkinlikle anılacak.
“Engel bir gözün görmemesi veya bir elin tutmaması demek değildir, Engel bireyleri yorgan altında saklayıp onların hiçbir şey ya da hiç kimse olmalarına sebep olmaktır.”
Engelsiz Sanat Derneği’nin “Yorgan Altında Kimse Kalmasın” sloganıyla başlattığı kampanya kapsamında hazırlanan Yorgan isimli fotoğraf sergisi 13 Mayıs’ta Ankara’da, 16 Mayıs’ta İstanbul’da olacak. Sergi Ankara’da Başbakanlık Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü Sanat Galerisi’nde, İstanbul’da ise ERA Kolejleri Çamlıca Kampüsü’nde ziyaret edilebilecek.
Türkiye’de feminist düşüncenin öncülerinden biri olarak bilinen ve 60 yıllık ömrü boyunca kadın hareketine ciddi kazanımlar sağlayan gazeteci-yazar Duygu Asena’nın doğum günü, 19 Nisan’da Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Araştırmaları Merkezi ve İletişim Fakültesi işbirliği ile düzenlenecek olan bir dizi etkinlikle kutlanacak. Friedrich Ebert Stiftung Derneği ve Bianet’in destekleriyle düzenlenen “Duygu Asena ile Düşünmek” başlıklı etkinlikte, gazeteci-yazar, programcı, oyuncu ve her şeyden önce Türkiye’de 1980 sonrası kadın hakları savunuculuğunda öncü isimlerden biri olarak Asena’nın yazarlık ve gazetecilik geçmişi ile düşünce dünyası masaya yatırılacak.
İstanbul’un farklı kutupları arasında hayatı anlamaya ve kendilerine yeni yollar çizmeye çalışan iki kadının hikayesini konu alan “Toz Bezi” 35. İstanbul Film Festivali‘nin Ulusal Yarışma bölümünde, En İyi Film dalında Altın Lale Ödülü‘nü aldı. Ödül gecesine, Ahu Öztürk’ün yazıp yönettiği “Toz Bezi” ile Mustafa Kara’nın yönettiği “Kalandar Soğuğu” filmleri damgasını vurdu. Ödülünü Jüri Başkanı Müjde Ar‘dan aldı. Ahu Öztürk, “Ben ödülü, Şırnak’ta çocuklarının ölüsünü buzdolabında saklayan annelerden, yurtdışında çocuğuyla vedalaşıp burada tekrar cezaevine gelen sevgili Meral Camcı’ya uzanan o yol adına alıyorum. Savaşlar kadınları ve çocukları vuracaksa, barışı da kadınlar kuracak” dedi.
Gelin sizi buz kesen hayata rağmen içimizi ısıtacak çizimler yapan, kapkaranlık günlerde bile önündeki kağıda gülümseyen bir yüz, rengarenk çiçekler, sıcacık turuncu bir güneş illa da bir kuş konduran Özlem Çelik ile tanıştıralım. Politika yaparken sadece dilini değil kalemini de kullanan feminist çizer, uzun yıllar kendisine sakladığı çizimlerini birer birer gün yüzüne çıkarmaya başladı. Yayına hazırlanmasından dağıtımına kadar bütün süreçleri kadınlar tarafından yürütülen Feminist Politika Dergisi’ne düzenli olarak çizen Çelik, pek çok feminist yapının maddi gelir sağlamak için sattığı ürünleri de umut dolu, güleç kadınlarıyla süslüyor. Çünkü, gülmenin en güzel eylem olduğunu düşünüyor; ölüme, zulme, baskıya, korkuya karşı…
ODTÜ’de sosyoloji yüksek lisansını, İngiltere’de de kentsel siyaset doktorasını tamamlayan Çelik, ilerleyen yıllarda hem yazarı, hem de çizeri olacağı iki kitap çıkarmayı planlıyor.
Röportaj: Mehtap Doğan
Oyuncu Nurgül Yeşilçay geçtiğimiz günlerde, “Diziden ayrılış nedenini açıklarsam yer yerinden oynar” diye hakkında açıklamalarda bulunan rol arkadaşı Erkan Petekkaya’ya cevabını Ayşe Arman’ın köşesinden vermiş ve çok konuşulacak bir tartışmanın fitilini ateşlemişti. Petekkaya’nın cinsiyetçi tutumlarına dikkat çeken ve “Kendi erkekliğini benim kadınlığım üzerinden taçlandıramazsın; ben buna izin vermem” diyen Yeşilçay’a rol arkadaşı cevap vermekte gecikmedi. Açıklamalar daha önceki dizilerinde tecavüz etmeyi, adam öldürmeyi, çocuk dövmeyi meşrulaştıran oyuncuya yakışır nitelikteydi: “Nurgül’ün nesini taciz edeceğim, Beyonce mi o?”, “Biz, bir kadın olduğu ve evlat sahibi olduğu için onun 1 buçuk senedir yaptığı bütün ahlaksızlıklara göz yummuş ve sineye çekmiş insanlarız”, “’Ben bir kadınım’ dediği halde ne bir insana ne de bir kadına yakışmayacak hakaretler ve terbiyesizlikler etmiştir”, “Ne içtiği belli olmayan bir kadındır”, “Söylemediğimiz o kadar çok şey var ki kadın diye söylemiyoruz. Benim de annem bir kadın”…
Yeşilçay’ın çok konuşulan açıklamaları, dizi sektöründe yaşanan tacizleri, sözlü şiddeti, cinsiyetçiliği ifşa etmesi açısından önemliydi. Aslında bu Türkiye Sineması’na emek veren erkeklerin cinsiyetçi tavırlarıyla ilgili ilk tartışma değildi.
Mehtap Doğan
Türkiye’nin iki ucundaki 10 şehirden ve farklı kültürlerden gençlerin katılımıyla hayata geçirilen “Hatırlamak ve Anlatmak için Şehre BAK” projesinin İstanbul sergisi 4 Mart Cuma günü İstanbul DEPO’da açıldı. 6 video ve 5 fotoğraf çalışmasından oluşan sergi 10 Nisan’a kadar görülebilecek. Sergi daha sonra Diyarbakırlı ve İzmirli izleyicilerle de buluşacak.
Röportaj: Mehtap Doğan
Türkiye’de felsefenin kurulup gelişmesinde büyük katkıları olan Prof. Dr. Bedia Akarsu, 95 yaşında yaşamını yitirdi. Akarsu’nun ölümünü, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Twitter hesabından “Bölümümüz emekli hocalarından Prof. Dr. Bedia Akarsu vefat etmiştir. Artık eserleriyle yaşayacak. Başımız sağolsun” mesajıyla duyurdu. Türkçe’nin bir felsefe dili olarak yetkinleşmesine büyük katkıları olan Hocaların Hocası, 27 Şubat Cumartesi günü son yolculuğuna uğurlandı.
Sosyalist Feminist Kolektif‘in yayını olan ve tasarımından dağıtımına kadar bütün çalışmaları kadınlar tarafından organize edilen Feminist Politika Dergisi‘nin bütün sayıları 2 TL’den satışa çıkarıldı. “Tüm sayıları elimde yok, kesinlikle edinmek istiyorum” diyorsanız, “Feminist Politika Dergisi’ni hediye etsem çok sevinir”, “Okulumun/örgütümün/kulübümün kütüphanesine Feminist Politika koysak da gelen giden okusa” diye düşünüyorsanız bu kampanyayı kaçırmamanızda fayda var.
Boğaziçi Üniversitesi Kadın Araştırmaları Kulübü, “Üniversitelerde Cinsel Tacizi Tartışıyoruz!” başlığıyla bir forum düzenleyecek. 11 Mart Cuma günü, Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleştirilecek forumda cinsel taciz ile ilgili kavramlar, tacizin farklı biçimleri, üniversitede karşılaşılan cinsel taciz deneyimleri gibi konular tartışmaya açılacak.
“Denizleri balıksız tarlaları çiçeksiz kalan tüm coğrafyalara sözümüz olsun.”
15 Yaşında teyzesinin eşinden ağır tacize uğramış biri olarak yazımda empatiye değil gerçeklere yer verdiğimi en başından belirtmek isterim. Bu yüzden istatistiklere ve oranlara çok yer vermeyeceğim. Hepimizin sanal ortamda edinebileceği bilgilere değil de edinemeyeceği acılara biraz daha yakından bakalım istiyorum.
Asmin Raşa
Türkiye’nin doğusundaki ve batısındaki 10 şehirden 24 gencin katılımı ile hayata geçirilen “Hatırlamak ve Anlatmak için Şehre BAK” projesinin İstanbul sergisi 4 Mart 2016 tarihinde DEPO’da açılıyor. 6 video ve 5 fotoğraf çalışmasından oluşan sergi 10 Nisan’a kadar görülebilecek. Sergi daha sonra Diyarbakırlı ve İzmirli izleyicilerle de buluşacak.
Oyuncular Sendikası Başkanı Meltem Cumbul, dizi setlerindeki ağır çalışma koşulları hakkında yasal düzenleme gerektiğini söyledi. 6 aylık bebeklerin, uykusu gelmesin diye, biberonlarına kahve koyulduğuna dikkat çeken Cumbul, “Bizler işverenimizin dediği saatte, yerde ve şekilde çalışan insanlar olarak nasıl işçi değil de serbest çalışan olarak görülüyoruz?. Özellikle 160-170 dakikaya varan dizi süreleri nedeniyle aralıksız 36 saat çalışmak zorunda kalıyoruz. Bununla birlikte, tuvalet bile bulunmayan sağlıksız set ortamları sektörün diğer bir gerçeği. 6 aylık bebeğin saatlerce karda, uykusu gelmesin diye gerekirse biberonun içine kahve konarak sınırları zorlanması sadece bir örnek, bunun gibi yüzlercesi var. Bu yönde yasal düzenlemelere ihtiyacımız var” ifadelerini kullandı.
14 yıldır 80.000 kişilik izleyici kitlesiyle kültür sanat hayatına yeni bir soluk getiren, dünyanın her yanından farklı bakışları sinemaseverlerle buluşturan ve düzenlediği partiler, atölyeler ve çeşitli etkinliklerle programını zenginleştiren !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali, programından bir kısa filmi festivale aylar kala internetten yayınlamaya başladı.
Bugün, idam edilmeden önce ailesine yazdığı mektupta “Bu işin ölümle sonuçlanacağını çok iyi biliyorum. Buna rağmen korkuya, yılgınlığa, karamsarlığa kapılmıyorum ve devrimci olduğum, mücadeleye katıldığım için onur duyuyorum. Böyle düşünmem, böyle davranmam, halka ve devrime olan inancımdan gelmektedir” diyen Erdal Eren’in aramızdan ayrılışının 35’inci yılı.
Resimlerinin yanı sıra çarpıcı hayat mücadelesi, inişli çıkışlı özel yaşamı ve politik görüşleri ile de tanınan Meksikalı ressam Frida Kahlo, 13 Temmuz 1954’te akciğer embolisi nedeniyle hayatını kaybettiğinde henüz 47 yaşındaydı. “Ben hayatımda üç şeyden vazgeçemem: Birincisi aşkım Diego, ikincisi sanatım, üçüncüsü ise Komünist Parti” diyen Frida, geride 55’i otoporte olmak üzere 143 tablo bıraktı.
Meksika’nın Michalangelo’su Diego Rivera‘dan Kızıl Ordu’nun kurucusu Trotsky‘e, 21. yüzyılın önemli sanatçılarından Duchamp‘tan kübizm akımının öncüsü Picasso‘ya kadar pek çok ismin aşık olduğu Frida, sadece eserleriyle değil sıradışı güzelliğiyle, hayata karşı duruşuyla, mücadelesiyle de hayranlık yarattı.
Gelin, “Ayaklar, uçmak için kanatlarım varken sizi neden arayayım?” diyen Frida’nın hem güzelliğinden esinlenerek yapılmış bebeklere bir göz atalım hem de akıllara durgunluk veren yaşam mücadelesini hatırlayalım.
52’nci Uluslararası Antalya Film Festivali kapsamında düzenlenen ‘Kadının Dünya ve Türkiye Sinemasında Temsili‘ başlıklı panele katılan yazar Ali Can Sekmeç‘in “Kafaların dönüp baktığı kadın” tanımlaması oyuncu Vildan Atasever‘i kızdırdı. Atasever, “Kadının bu şekilde anlatılmasından nefret ediyorum. Kadınlar olarak büyük sorumluluklarımız var. Biz de sadece erkekler gibi işimizle uğraşabilsek çok daha başarılı olabiliriz. Biz çocuk doğurmak, ev geçindirmek, eşinle ilgilenmek, aile kurmak, toplumda yer edinmek, söz hakkı edinebilmek ve mahalle baskılarından kurtularak üretmeye çalışıyoruz” dedi.